Gavs-ı Kasrevî (k.s) Hazretleri'nin sofisi Dr. Ahmet Çağıl’ın bizzat anlattığı bir olayı, kardeşi Mustafa Çağıl, onun ağzından anlatıyor.
Benim oğlum en büyük Hasan, onun küçüğü Hüseyin’di. Aralarında bir yaş fark vardı. Biri 6, biri 5 veyâ biri 7, biri 6 yaşındaydı. Doktor olduğum için çok kullandığım baş ağrısı hapı Optalidon isimli ilâç vardı. Draje, dışı tatlıydı. Evde otururken çocuklar hapı bulmuş, içinden 20 veyâ 25 tâne çıkıyor, oturup hepsini yemişler. Bayılmışlar, annelerinin o zaman haberi olmuş. Optalidon kutusunu da görünce, benim muâyenehâneye telefon açtı. Ahmet çabuk gel çocuklar hapları yemişler dedi. Hemen eve geldim. Baktım ki çocukların renkleri değişmiş, kendilerinden tamâmen geçmişler. Tıbben müdâhale yapacak zaman geçmiş. Hanıma dedim ki: "Bunlara yapacak bir şey kalmamış. Bu iş Allah’a kaldı. Bunların midesi yıkamak, temizlemek bundan sonra fayda etmez." Çocukları yatırdık. O arada kapı çaldı, eve bir misâfir geldi. Kapı
nın karşısında, misâfirleri aldığım bir oda vardı. Hanım çocukların başındaydı. Ben de misâfirlere bir şeyler getirdim, oturuyoruz. Lâf uzadı, konuşmalar çıktı, misâfirler gitse diye bekliyorum. Çocukların yanına gideceğim, misâfirler kalkmadı. Aradan bir saat zaman geçti, belki iki saat. Benim odanın kapısı açıktı, mutfak görünüyor. Bir baktım, Hüseyin salondan yürüyerek mutfağa geçti. Yâhu bu iş nasıl oldu acaba falan derken, beş dakika sonra arkasından Hasan da geçti. Hemen kalktım, mutfağa gittim. Bir baktım, annelerine "Bizim karnımız acıktı. Bize bir şey ver diyorlar." Renklerinde hiçbir şey kalmamış. Gâyet normal olmuş. Kendileriyle konuştum, hiç anormal bir şey yok. Ben misâfirlerin yanına geldim. Anneleri onların karnını doyuruyordu. Bir müddet sonra misâfirler gitti. Bu olayı ben çözemedim. Tıbben çözülecek bir şey değil. Ama sonra bu yolda olan bâzı şeyleri öğrenince, bunun Cenâb-ı Allah’ın o kulunun hatırına, Şeyh Abdülhakim Hazretleri’nin hatırına bize lütfu olduğunu anladım. Çözümün başka izah edilecek hiçbir şekli yok.