| ||||||||||||||||||||
SADIK SOFİLERGALERYSİTEDE ARASON YORUMLANANLARSİTEMİZE ZİYARETLER!
|
Cemaat Olmanın ÖnemiGünümüz dünyasında olması gereken cemaat şuuru hakkında güzel açıklayıcı bir yazı.. بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
اَلْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدْ وَآلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
CEMAAT OLMANIN ÖNEMİ
Nimetlere ulaşmanın birçok yolu vardır; ancak bir yol var ki bütün yolların en emniyetlisi, en sevimlisi ve en verimlisidir. Bu, sırf Allah rızası ve muhabbetullah üzere kurulmuş bir takva cemaatine katılıp, Allah sevgisi üzerinde yaşamak ve o sevgi içinde dünyadan ayrılmaktır.[1]
İslam tevhid dinidir ve bizden tevhid (Allah rızası etrafında birlik) istemektedir. Bir mümin olarak bu tevhide (birliğe) kalben, fikren, fiilen, kısacası hayatımızla iştirak etmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde Müslümanların en büyük sıkıntısı birlik şuurundan uzak bulunmaları ve cemaatin ne kadar gerekli olduğunu unutmuş olmalarıdır.
Dinimiz ancak cemaatle yaşanır. İnsanın kemalâtı cemaatle tamam olur. Cemaat ne denli zahmetli olsa bile, kişinin yalnızlıkta bulduğunu zannettiği bütün rahatlıklardan daha hayırlıdır. İslam’ın öngördüğü cemaatte Allah’ın emirleri karşısında herkes; kuvvetlisi, zayıfı, efendisi, kölesi, hâkimi, mahkûmu, amiri, memuru eşittir. Üstünlük sadece takva iledir. Hz. Peygamber (A.S.) “insanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır” [2] buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerifte işaret edilen faydalı olabilme, ancak insanlarla diyalog kurup kaynaşmakla, yani cemaatle mümkündür.
Müslüman’ın Allah yolunda takva için birlik olmaları farz-ı ayındır. Müminin asıl yaratılış gayesi tevhid akidesi üzere ve cemaat disiplini içinde ilahi hükümleri hayatına tatbik etmektir.
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُون وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا “Ey iman edenler! Allah’tan tam manasıyla korkun ve ancak müslüman olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a, ihlâsa, taata, cemaate) sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın.” [3]
Görülüyor ki Rabbimiz, müminlere önce kendisinden tam manasıyla korkmayı emretmiş, sonra müslüman olarak ölmelerini istemiş ve bunun yolunun hep birlikte Allah’ın ipine, yani Kur’an ve Sünnet çizgisinde cemaate sarılmakta olduğunu bildirerek bu ipe tutunmayı farz kılmıştır.[4]
Kur’an’ın en önde gelen hafızlarından İbnu Mes’ud (R.A.), “Allah’a götürecek ip taat ve cemaattır” diyor ve ekliyor: “Nefsinize acı ve ağır gelse de birliğinizi muhafaza edin. Sakın yalnızlıkta huzur aramayın bulamazsınız.” [5] Büyük müfessir İmam Katâde’yi dinleyelim: “Allahu Teâlâ, sizin ayrılık içinde olmanızı çirkin görüyor. Onun için önce ‘sakın parçalanmayın’ emrini verdi ve dağınıklıktan sakındırıp nehyetti. Allahu Teâlâ sizin hakkı dinleyen ve ona itaat eden, birbirini seven ve dostça geçinen bir cemaat olmanızı istiyor. Siz de, gücünüz yettiği kadar Allah’ın razı olduğu bu hale razı olun ve ona sahip çıkın. Bütün kuvvet Allah’a aittir.” [6]
Allahu Teâlâ, “sakın huzuruma imansız ve İslam’sız gelmeyin” diyor ve dünyadan selametle ayrılmanın yolunu şöyle gösteriyor: “Takvaya ulaşmak için birlik olun, birbirinize yardımcı olun.” [7]
Cenab-ı Allah, ayrılığı, bozgunculuğu ve çekişmeyi de yasaklamıştır. Ayet-i celilede: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Böyle davrananlar için büyük bir azap vardır.” [8] buyuruyor.
Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz de birçok hadis-i şeriflerinde, cemaat olmayı emretmiş, ayrılıktan, tefrikadan müminleri şiddetle men etmiştir. Allah Rasulü (s.a.v), şeytanın her an mü’min avında olduğunu, tek başına kalan kimsenin kalbine ve imanına saldırdığını haber verip sığınılacak kaleyi gösteriyor: “Cemaat halinde olmanız gerekir. Ayrılıktan sakının. Şüphesiz şeytan tek kalanla beraberdir. Kim iman selametiyle ölüp cennetin tam ortasında olmak istiyorsa cemaate yapışsın. Kim iyileri sevindiriyor, kötüleri üzüyorsa o kâmil bir mümindir.” [9] “Şüphesiz Allah Teâlâ ümmetimi sapıklık ve fitne üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet desteği) cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.” [10]
Bu mealdeki hadislerin ortak manası ve uyarısı şudur: Dini tek başına yaşamaya kalkmayın. Allah yolunda birlik olun, âlimlere uyun, takva üzere giden cemaate sımsıkı yapışın. Tek başına kalanın kalbini şeytan sarar, yolundan alıkoyar ve kolayca zarara sokar. Bu düşmana karşı birlik kalesine girin, Allah sevgisini siper edinin ve ölene kadar böyle gidin. Emniyetiniz budur.
Menkıbe
Gavs’ı Sânî ks. bir sohbetlerinde şöyle buyurdular: Bu sâdâtlar çok büyüktür. Kendisine bağlılık gösterenleri asla bırakmazlar. Mümkün değildir; bırakmazlar. Çünkü onlar çok gayretlidir. Seyda Abdurrahman-ı Tâhî’nin k.s. bir müridi vardı. Bir gün bu mürid Abdurrahman-ı Tâhî’nin k.s. huzuruna gelerek elindeki tespihi ve sarığı önüne koydu ve şöyle dedi: Bıktım artık; bırakıyorum bu verd-i evradı. Bunları geri veriyorum, dedi ve çekip gitti. Seyda-i Tâhî k.s. sarığı ve tespihi aldı ancak hiçbir şey demedi. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, bir gün Seyda-i Tâhî k.s. cemaate namaz kıldırırken, namaz esnasında bir yumruk salladı. Hikmeti anlaşılamayan bu hadisenin sebebini hocalardan biri sordu: Bu hareketiniz namazınızın bozulmasına sebep olmadı mı, dedi. Hazret, Hayır, çünkü bu irademin dışında gerçekleşmişti, kasti değildi, dedi. Bunun üzerine, Peki, bunun sebebi neydi, diye soruldu. Hazret şöyle cevap verdi: Falanca kişi sekerat-ı mevtte idi. Mel’un şeytan gelerek imanını çaldı. Ama gayretimiz bunu kabul etmedi, şeytandan onun imanını geri aldık. Bunun üzerine, O sizi ve bu tarikat-ı aliyeyi terk edip gitmiş değil miydi, diye soruldu. Abdurrahman-ı Tâhî’nin (k.s): “Evet, öyle, o bizi bıraktı ama biz onu bırakmadık.” buyurdu. [11]
Mürşidine ve cemaatine bağlı sadık bir müridin bir tane şeytanı varsa, binlerce dostu ve yardımcısı mevcuttur. Onların dua, yardım, sevgi ve bereketiyle, hastalığını anlar, ilacını bulur. [12] Dünyevî çıkar ve hesaplarımıza uymasa da bütün müminleri kardeş bilip onlara kalbimizde değer, meclisimizde yer vermemiz icap etmektedir. İnsanın yaradılışındaki cevher, birlik ve hizmet içinde ortaya çıkar.[13]
Kıssa Hz. Hud (a.s.) kavmine Allah’ın azabı geleceği zaman, kendisine inananları bir araya topladı. Onların etrafına bir çizgi çekti. İsyan edenleri helâk etmek için Allah’ın gönderdiği şiddetli fırtına, çizginin içindekilere sabah yeli gibi tatlı esti ve inananları incitmedi. Çizginin dışında kalanları ise havalarda uçurarak yerlere çarptı.
Ümmet-i Muhammed’in evliyalarından olan Şeybân-ı Râî de Cuma namazına gideceği zaman, çobanlık yaptığı koyunların etrafına bir çizgi çekerdi. Kurtlar sürüye saldıramadığı gibi, o çizgiyi aşıp koyunların yanına ulaşamazdı. Hiçbir koyunda çizgiden dışarı çıkmazdı.
Çizdiği çizgiyle kurtların ve koyunların arzularına engel olan Şeybân-ı Râî gibi, peygamberlerin yolundan giden Allah dostları da sevenlerini dinin ölçülerinin çizgisinde tutar. [14]
“Allah’ın eli cemaatin üzerindedir” [15] hadisi, cemaatin kerametini anlatmaya yeterlidir. Buradaki elden maksat, Allah’ın kudreti, desteği, muhabbeti, koruması ve melekleriyle takviyesidir. Mü’min, Allah yolundaki kardeşleriyle kuvvetlenir. İhlâs ve edeb ilahi rahmeti çeker. Rahmet kalbi destekler. Rahmetle desteklenen kalbin şüphesi gider. İlahi nur ile aydınlanan kalp, fani olan eşyayı bırakıp baki olan Mevla’yı tercih eder; hep O’nu zikreder. Boş işlerden ve haramlardan muhabbetini çeker. Ahireti özler, ölümü sever.
S. Abdülhakim el-Hüseynî k.s. hazretleri şöyle buyurmuştur: "Nefsini yenmiş kişiler kavak ağacına benzer, onun gibi o da yüksektir. Nakşibendî sâdâtının, Allah dostlarının tabiatı ve ahlâkı dosdoğrudur. Kim onlara gider, sohbet ve cemaatlerinde bulunursa ahlâk ve kemalâtı yükselir aşağılarda olsa bile. Onun için insan Allah bahsinin yapıldığı cemaatlere devam etmeli ki ondan menfaat görsün."[16]
Menkıbe
1021’de vefat eden Şühûdî Efendi Hazretleri tasavvufta yetişmesini şöyle anlatır: "İlim tahsil ettiğim sıralarda bütün gayretimle dinin emirlerine uymaya çalışırdım. Tasavvuf ehli zatların sohbet ve vaazlarına giderdim. Bir gün yine vaaz dinlemeye gitmiştim. Vaiz efendi, kıyamet günü insanların karşılaşacağı dehşetli ve müşkül hallerden bahsetti. Dinleyen cemaat o kadar etkilenmişti ki, feryat ederek ağlaşmaya başladılar. Bu vaazı dinlediğim günün gecesi bir rüya gördüm. Kıyamet günü olmuş, insanlar Sırat'ı geçmek için uğraşıyordu. Herkes bir kâmil zatı kendine rehber edinmişti. Herkesin hâli rehberine soruluyordu. O olumlu cevap verirse, Sırat'ı geçiriyorlar, müspet cevap vermezse geçirmiyorlardı. Ben de şaşkın bir halde Sırat'ı geçmek için yaklaştım. Bana rehberin kimdir? dediler. Rehberim yoktur, dedim. O sırada nur yüzlü bir zat aniden karşıma çıkıverdi. Bana; "Gel sen bizim torunlarımızdan ol." dedi. Benim hakkımda iyi şeyler söyledi ve beni Sırat'tan geçirdiler, sonra uyandım. Bu rüyanın üzerine rüyada gördüğüm zatı devamlı aradım. Kasabamıza nice zatlar gelip gitti. Hiçbiri ona benzemiyordu. Nihayet bir gün Şeyh Yâkûb Efendi İstanbul'a giderken bizim beldeye uğradı. Huzuruna gittim, elini öptüm. Elini öpünce bana; "Gördüğün rüyanın zuhur etme zamanı yakındır." dedi. Dikkatlice yüzüne baktım. Rüyamda gördüğüm zat olduğunu anladım. Hemen teslim olup, talebeleri arasına girdim. Onunla birlikte İstanbul'a gittim. Sohbetlerinde bulunup, ondan terbiye gördüm." [17]
Dört şey her müslümanda bulunmalıdır. Onlar olmadan dinin hakkıyla yaşanması ve temsil edilmesi mümkün değildir. Bunlar, sağlam iman, doğru ilim, güzel ahlak ve cemaat terbiyesidir. Bunların içinden hangisi göz ardı edilse işin sonu hayra çıkmaz. Çünkü inandığı şeylere karşı şüpheyle bakan bir kalp güzel kulluk yapamaz. Cahil insanın ne yapacağı belli olmaz. Kötü ahlaklı bir kimse gerçeğe ulaşamaz. Mümin kardeşlerine kalbini açamayan ve onları sevgiyle kucaklayamayan bencil kimse, cemiyete faydalı olamaz, cemaat kuramaz. Bu dört şeyde biraz zafiyet bile, büyük zarardır.
Hak yolunun ehli var, âlimi var. Önümüzde Allah’ın halifesi, Hz. Peygamber’in varisleri var. Çevremizde yükümüzü paylaşacağımız birçok mümin kardeşimiz var. O halde, niçin nefsimiz ve şeytan ile baş başa kalalım. Ben kendi işimi kendim görürüm, dinimi tek başıma yaşarım demek, kimsenin işini görmez, derdini dindirmez. Bu tür davranışlar ancak, keyfine köle olmuş nefsin ve maddeyi hayat hedefi yapan dünya ehlinin tercihi olabilir.
Hiçbir müslüman: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun” [18] ayeti beni ilgilendirmiyor diyemez.
Akıllı bir insan, Yüce Allah’ın: “O gün (Allah için birbirini seven ve bu uğurda kenetleşen) muttakiler hariç, bütün dostlar birbirinin azılı düşmanı olur” [19] uyarısını hafife alıp kâfir ve fasıklardan dost seçemez.
Şu halde, Allah yolunda birlik ve cemaat hâlinde olmak, her mükellefin üzerine farzdır. Bu birlik sadece kalp ile olsa bile faydalıdır. Her mümin önce, Yüce Allah’ın kendisine kardeş yaptığı müminleri kendinden bir parça olarak görmelidir. İşin esası bu anlayıştır. Bu da kalp ile olur. Gücü alınmış yatağa bağlanmış bir mümin bile, bu anlayışı taşımalı, yeryüzünde ilahi emaneti taşıyan bütün müminleri dua ve sevgisi ile desteklemelidir. Melekler gibi müminlere istiğfar ederek, onların hak yolda sağlam ve sabit durmalarını istemelidir. Bu dua mümin kardeşlerine bir yardımdır. Bu da cemaata katılmaktır. [20]
Gavs-ı Sânî ks. Hazretleri bir sohbetlerinde, Resûlullah Efendimiz s.a.v. ‘’Hepiniz bir çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz ‘’ [21] hadislerine atfen şöyle buyurmuşlardır: ‘’Bunlar bir sürüdür. Bu sürünün sahibi ise Peygamber Efendimiz’dir s.a.v. Biz de âcizane bu sürünün çobanıyız. Biz onların hiçbirinin zayi olmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Yorulursa sırtımızda taşırız, hasta olursa ilaç verir, iyileştiririz. Ama illa ölecekse, murdar gitmesin (imansız ölmesin) diye keseriz. [22]
Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir ve daha bereketlidir. Cemaatle yapılan dua ve zikirler, tek başına yapılandan daha makbuldür. Cemaat halinde yapılan her şeyde ayrı bir bereket ve kazanç mevcuttur.
Allah (c.c), kulunun kendine en yakın olduğu secdeyi bile bir imama uyarak yapmasını emretmiştir. En büyük ibadet olan namazda, doğrudan Allah’a secde ederken bile bir imama itaat gerekir. Günde beş kere tekrar ettiğimiz, her rekâtında ne yapacağımızı bildiğimiz halde imamla kılınması gerekir. Hilesi kara taşın üstündeki kara karıncanın ayak izlerini bulmak kadar zor olan ve büyük cihat olarak adlandırılan nefis mücadelesinde bir cemaate tabi olmak ve o cemaatin başındaki mürşide bağlanmak ve teslim olmak bilhassa bu dönemde en büyük elzemdir.
Gavs-ı Sani (k.s); "En büyük salih amel birlik ve beraberliktir" buyurarak, birlik ve beraberliğe sahip çıkanların bu inanış biçimleri ile Kur'an ve sünnete uymuş olmalarından dolayı ne kadar büyük bir salih amel işlediklerini anlatmışlardır.
Cemaat olmanın avantajları sayılmayacak kadar çok olmasına rağmen, nefis cemaat içinde istediği gibi olaylara vakıf olamamanın verdiği çaresizliği içinde cemaat dışında olmayı arzu etmektedir. Bu onun süfli isteklerinden olup, gayesi kulluktan firar etmektir. Kişi tek başına kaldığı zaman daha çok ibadet ve taat yaparım vesvesesi ile karşı karşıya kalır, bu sesleniş nefsin ve şeytanın fısıltısından ibarettir. Mü’min bu gibi seslenmişlere kulak asmamalıdır.
Menkıbe
Naklederler ki, Cüneyd-i Bağdadî (k.s) hazretlerinin müritlerinden biri, “Artık kemal mertebesine erdim, yalnız kalmam benim için daha iyidir”, şeklinde bir hayale kapılmış, bir köşeye çekilip bir müddet burada tek başına oturmuştu. Zamanla öyle oldu ki, kendisine her gece bir aslan (veya deve) getiriyorlar, müridi buna bindirip, “Hadi, seni cennete götürüyoruz”, diyorlardı. O da aslanın sırtına atlayıp gayet hoş ve güzel bir yere gidiyordu. Burada, genç ve güzel kişiler, nefis yemekler ve gürül gürül akan sular vardı. Seher vaktine kadar burada kaldıktan sonra uyuyakalır, uyandığı vakit de kendini zaviyesinde bulurdu. Neticede onda bir benlik belirdi, kendini büyük görme sevdasına kapıldı, böyle bir dava ile ortaya çıktı ve,
Beni her gece cennete götürüyorlar, demeye başladı. Onun bu yoldaki sözleri Cüneyd-i Bağdadi (k.s) anlatılınca, kalkıp zaviyesine vardı, onu korkunç bir kibir ve gurur içinde gördü. Halini sordu. O da başına gelenlerin hepsini bir bir anlattı. Cüneyd-i Bağdad-i (k.s) ona: Bu gece seni oraya götürdükleri zaman, üç kere, “La havle ve la küvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim” de, diye tavsiyede bulundu. Gece olunca, onu yine alıp götürdüler. Diğer taraftan bu zat, Cüneyd’i kalben red ve inkâr ediyordu. Her zamanki yere varınca, Cüneyd’i Bağdad-i (k.s) tecrübe etmiş olmak için, “La havle- duasını okudu. Derhal etrafındaki topluluk bir gürültü koparıp oradan gittiler. Dikkat edince kendisinin de mezbelelikte bulunduğunu ve önüne ölmüş hayvan kemiklerinin konulmuş olduğunu gördü. Hatasını anlayıp tövbe etti. Şeyh Cüneyd’i Bağdadinin (k.s) sohbetine aralıksız devam etti ve mürit için yalnızlığın zehir olduğunu anladı.[23]
Efendimiz (s.a.v), mü’minleri birbirlerini temizleyen iki ele benzetiyor. Allah için kardeş olan mü’minlerin her birisi, diğerinin günahlara düşmemesi için bir kalkan vazifesi görür. Önce, onu kusur ve günaha çağırmaz, hata içinde bırakmaz. Yanlış yaparsa ikaz eder; hayır işlerse dua ile destekler. Bazen onun için gözyaşı döker. Ne mutlu Allah için sevdiği kardeşi için gözyaşı dökebilenlere. Bu hal, peygamberlerin ve sıddıkların ahlâkıdır. Az bulunur, çünkü çok kıymetlidir.[24]
Hz. Rasulullah (a.s) ahireti şereflendirince, takva yolunun imamlığını O’na vekaleten Rabbani âlimler yürüttüler. Bu ümmete başka bir peygamber ve yeni bir din gelmeyeceği için, Hz. Rasulullah (s.a.v) ile kâinata tebliğ ve talim edilen din, raşit halifelerin ve kâmil varislerinin önderliğinde yaşanmış ve yayılmıştır. Her devirde, dini ihya ve halkı ıslah eden, kalp ve halleriyle istikametlerini bozmamış bir topluluk bulunmuştur. Bunların başında kâmil mürşitler gelmektedir. Beşeriyetin kurtuluşu Allah’a dönüş ve takva iledir. Bu hedef için takva imamlarının etrafında cemaat olmak şarttır, zaruridir. Onu ihmal etmek, kendini helake itmektir. Bunun binlerce şahidi vardır.[25]
Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin zamanında O’nun etrafında toplandı müslümanlar. O’nun elinden tutup bey’at yaptılar ve O’na itaat ettiler. Çünkü âlemlerin sahibi: “Allah’a ve Rasulüne itaat ediniz!...” [26] “(Habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” [27] buyurmuştu.
Cemaat topluluktur. Topluluk olunca, idare edenlerin olması da kaçınılmazdır. “Ulu’l-emr” diye de vasıflandırılan bu toplum idarecisine itaat, Cenab-ı Hakk’ın bir emridir. Allah rızasını talep eden her müminin en önemli vazifesi, kendi nefsinin keyfine değil, tabi olduğu imama, yani ulu’l-emre uymaktır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan ulu’l-emre de itaat edin.” [28]
Hz. Peygamber (A.S.) Efendimiz, “Kim başındaki imamdan hoşlanmadığı bir şey görürse, sabretsin (hemen cemaatten ayrılmasın). Çünkü kim hak üzere giden cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümüyle ölür” [29] ikazıyla, müminin hak olduğu müddetçe cemaatten ayrılmaması ve ulu’l-emre itaat etmesi gerektiğini belirtmiştir.
Nereden bakılsa cemaat rahmettir. Cemaatin temeli Allah için muhabbettir. Onu ayakta tutacak esaslar ise ihlâs ve edebtir. Birisi bulunmasa, sonuç felakettir. Mü’minler Cennet’e grup grup cemaat halinde gireceklerdir. Tek kişilik bir cennet yoktur. Cennetin süsü ve gülü olan Rasulullah (A.S.) Efendimize bile âşıklar ve sıddıklar komşu edilecektir. Cennet’te herkes sevdikleriyle beraber sevinecektir.
Dünya işlerinde bile güçlü insanların yanında yer alıp, tehlikelerden korunmaya çalışırken, şeytanın yaklaşmaktan bile korktuğu, zarar vermekten aciz olduğu, Allah’ın ihlâslı kullarının yanında yer almak iyi bir korunma yöntemi değil mi?
Şah-ı Nakşibend hazretleri şöyle demiştir: ‘’Öyle bir tarikat/yol istiyorum ki ona giren herkes vuslat makamı ile şereflensin ve Allah’a ulaşabilsin.’’ Gelen cevap ise şuydu: ‘’Tamam, senin istediğin olsun!’’ Bu, onun tarikatına intisap edenler için büyük bir müjdedir… [30]
Kardeşim! Kendine acıyorsan Allah için kardeşler ve dostlar edin. Her dostluğunu maddî menfaati için başlatan ve menfaati bitince seni ortada bırakan ehl-i dünya ile sakın dost olma. İnsanlarla iyi geçin fakat herkese güvenme. Ariflerin meclisine gir, kâmil bir mürşidin talebesi ol ve onun cemaati olarak öl. Arifler vefalı ve merttirler.
Kamil mürşitler Rasulullah (s.a.v) Efendimizin varisleridir. Onun diğer şerefli halleri gibi, kendisindeki muhabbet ve merhamet ahlakına da varis olduklarından, Efendimizin ümmetini kendi nefisleri gibi kabul ederler. Marifetleri tam ve imanları kâmil olduğundan, kendileri için sevdiklerini ve istediklerini Allah yolunda kendilerine tâbi olanlar için de sever ve isterler.
Allahu Teâlâ Rasulullah (s.a.v) Efendimize: “Rasûlüm! Hem kendin için hem de erkek ve kadın müminlerin günahları için istiğfar et.” [31] emrini vermiştir.
Efendimiz (s.a.v) bu emri aldıktan sonra, dünyadan ayrılıp ahireti şereflendirene kadar ümmeti için dua ve istiğfar etmiştir. Hâlen de kabr-i saadetlerinde onlara hayır dua etmeye devam etmektedir. Mahşer gününde de günahkâr ümmetinin derdine düşecek, onları alıp Cennete götürene kadar rahat etmeyecektir. Bu, Muhammedî merhamettir. Onun varisleri, bu merhametle ömürleri boyunca Ümmet-i Muhammed için dua ve istiğfar etmektedirler. Onlar işledikleri hayırların, yaptıkları zikirlerin sevabını bütün dostlarına dağıtmaktadırlar.
Bir mürşid, her gün yapmakta olduğu zikirlerin, hayırların sevabını vefat eden mürid ve sevenlerinin ruhlarına hediye eder. Vefat eden bir mümini anne-babası, çocukları ve eşi unutabilir. Ona dua etmekten, onun için gözyaşı dökmekten usanabilir. Onu desteksiz ve hediyesiz bırakabilir. Ancak, bu mümini peygamberi unutmaz. Bulunduğu makamda devamlı dua, istiğfar ve şefaatiyle onu destekler. Hepsi cennete girene kadar, kendisini seven ümmetinin derdine düşer. İşte peygamber vârisi kâmil mürşidler de bu ahlâk üzeredirler. Onları Allah için sevenlerin gözü aydın olsun.
Aklı olan, bu dua ve istiğfar ordusuna katılır. Takva caddesinden hiç ayrılmadan Cennete doğru giden bu veliler kafilesinin binlercesine vekâleten bir tanesini örnek verelim: Memleketimizde ve dünyanın bir çok ülkesinde, Hatme-i Hâcegân ismiyle cemaatla icra edilen bir zikir vardır. Bu zikir esnasında toplam on dört (14) adet Fâtiha, iki yüz (200) adet Salâvât-ı Şerife, yetmiş dokuz (79) adet Elem neşrah leke… (İnşirah suresi) ve bin (1000) adet İhlas Suresi okunmaktadır.
Bu okunanların sevabı zikrin sonunda, önce Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimize, peşinden Sahabe-i Kirâm ve Sâdâtı Kiram’ın (büyük veliler) ruhlarına hediye edilmektedir.
Bu zikirlerin sevabı ayrıca bu silsileye tabi olan, onları sevip Allah yolunda talebelik yapan bütün müntesiplere ve diğer meşreplerdeki Hak yolcularının ruhlarına da hediye edilmektedir. Bu zikir sadece mürşit tarafından belirli günlerde tek bir yerde değil, bu yola müntesip olanların bulunduğu hemen her yerde, her gün yapılmaktadır. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin müjdesiyle, bir tek İhlas Suresi, sevap olarak Kur’an-ı Hâkim’in üçte birine denktir. [32] Bin (1000) İhlâsı Şerife okunan bir hatmede, üç yüz otuz üç (333) hatim sevabı hâsıl olmaktadır. Hiç şüphesiz bu, Allahu Teâlâ’nın Ümmet-i Muhammede bir ikramıdır.
Şimdi Allah için bir düşünelim: Kimin tek başına bu kadar zikri her gün çekmeye gücü yeter. Ve kimin çoluk-çocuğu kendisi öldükten sonra her gün ona bu şekilde dua ve istiğfar edip Kur’an ve zikirlerin sevabını hediye eder?!.. Bu iş parayla da mümkün değildir. Buna ancak Allah yoluna baş koymuş arifler güç yetirebilir. İnsafla düşünelim:
Allah rızası için böyle bir halkaya girip kıyamete kadar yapılacak zikir ve hayırların sevabına hissedar olmaktan daha kârlı hangi yatırım vardır? Bu ne güzel bir sadaka-i cariyedir ki, sahibine kıyamete kadar sevap ve nur akıtmaya devam eder. Evet, hedefi sırf Allah rızası ve takva olan tasavvufun tek faydası bu olsaydı bile, yine de uğruna can verilmeye değerdi.
Tasavvufun temin edeceği bütün güzellikler, ihlâs, edep ve sabra bağlıdır. Allah yolunda kendisine tabi olan cemaatine dua etmek her imamın vazifesidir. Bir takva imamına cemaat olan kimseye de, Allah’a kavuşana kadar imamından ayrılmaması gerekir. Cenab-ı Hakk: “O gün biz, herkesi imamıyla birlikte çağıracağız” [33] buyurmaktadır.[34]
Bâyezid-i Bistâmî k.s. buyurmuş ki; ‘’Kâmil mürşid, zamanın halkını unutmaz; kendisine mürid olanları nasıl unutabilir.’’ [35]
Bu v.b daha sayılamayacak fazilet, bereket, zaruret, mecburiyet ve hikmetten dolayıdır ki Gavs-ı Sânî k.s hazretleri muhtelif sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardır: ‘’Bu zamanda insanlara yapılabilecek en büyük iyilik, tövbeyi tarif etmek ve bir mürşid-i kâmile yönlendirmektir. Bir kişinin hidayetine vesile olmanız, yedi ceddinize yeter.‘’
Allahü Teâlâ bizleri dünya ve ahret onların meclisinden, bereketinden, hizmetinden ayırmasın inşallah. Âmin. Kaynak: kalpehli.com [1] Semerkand Dergisi, Cemaatsiz Cennet Bulunmaz, Halil Bülbül, Nisan 1999 [2] Tabaranî [3] Âl-i İmran/102-103 [4] Hayat Dengemiz, Huzur Cemaattedir, S. Muhammed Saki Erol [5] Taberi [6] Taberi [7] Mâide/2 [8] Âl-i İmran/105 [9] Tirmizî [10] Tirmizî [11] Son Nefeste İman, Hüseyin Okur, s. 48 [12] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi [13] Hayat Dengemiz, Huzur Cemaattedir, S. Muhammed Saki Erol [14] Hikmetleriyle Mesnevî’de Geçen Hikayeler, , s.35. [15] Tirmizi, Tabarani [16] Sohbetler, S. Abdülhakim el-Hüseynî k.s. [17] Evliyalar Ansiklopedisi, Lemezât; Süleymâniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Kısmı no:4536 s.157 [18] Tevbe 9/119. [19] Zuhruf 43/67. [20] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi [21] Müslim, İmâret, 20; Ebû Davud, Kitâbü’l-Harâc, 1; Tirmizî, Cihâd, 27; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/5,54,108,111,121. [22] Son Nefeste İman, Hüseyin Okur, s. 44 [23] Feridüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, 454. [24] Semerkand Dergisi, Cemaatsiz Cennet Bulunmaz, Halil Bülbül, Nisan 1999 [25] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi, Cild:2, s. 269-270 [26] Al-i İmran/32, Enfal/1, 20 ve diğerleri [27] Al-i İmran/31 [28] Nisâ/59 [29] Müslim [30] Behçetü’s Seniyye, Muhammed b. Abdullah Hânî, s. 271 [31] Muhammed suresi ayet-19 [32] Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 261; Tirmizî, Fedailü’l-Kur’an, 11 [33] İsrâ suresi ayet-71 [34] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi [35] Hadâiku’l Verdiyye, Abdülmecîd Hânî, s, 411 Bu yazı 32177 defa okunmuştur.
|
BAZI YAZILAR...MENZYL SYLSYLE-Y ALYYYE
Silsile-i aliyye ne demektir? Hz. Muhammed Mustafa (sav) 1 Hz. Ebubekr Sıddık (ra) 2 Selman-ı Farisi (ks) Hz. 3 Kasım bin Muhammed (ks) Hz. 4 İmam Cafer-i Sadık (ks) Hz. 5 Bayezid-i Bistami (ks) Hz. 6 Ebu Hasen Harakani (ks) Hz. 7 Ebu Ali Farmedi (ks) Hz. 8 Hace Yusuf Hemedani (ks) Hz. 9 Hace Abdülhalık Gücdevani (ks) Hz. 10 Hace Arif-i Rivegeri (ks) 11 Hace Mahmud İnciri Fağnevi (ks) Hz. 12 Hace Ali Ramiteni Hz. (ks) 13 Muhammed Baba Semmasi (ks) Hz. 14 Seyyid Emir Külal (ks) Hz. 15 Şah-ı Nakşibend (ks) Hz. 16 Alaeddin Attar (ks) Hz. 17 Yakub-i Çerhi (ks) Hz. 18 Hace Ubeydullah Ahrar (ks) Hz. 19 Mevlana Muhammed Zahid (ks) Hz. 20 Mevlana Derviş Muhammed (ks) Hz. 21 Hace Muhammed Emkeneki (ks) Hz. 22 Muhammed Baki Billah (ks) Hz. 23 İmam-ı Rabbani (ks) Hz. 24 Muhammed Masum (ks) Hz. 25 Mevlana M. Seyfeddin Faruki (ks) Hz. 26 Seyyid Nur Muhammed Bedauni (ks) Hz. 27 Mazharı Can-ı Canan (ks) Hz. 28 Şeyh Abdullah-ı Dehlevi (ks) Hz. 29 Şeyh Mevlana Halid Bağdadi (ks) Hz. 30 Seyyid Abdullah (ks) Hz. 31 Seyyid Taha (ks) Hz. 32 Seyyid Sıbgatullah Arvasi (ks) Hz. 33 Şeyh Abdurrahman-ı Tahi (ks) Hz. 34 Şeyh Fethullah Verkanisi (ks) Hz. 35 Şeyh Muhammed Ziyaeddin Nurşini (ks) Hz. 36 Şeyh Ahmed El Haznevi (ks) Hz. 37 Gavs-ı Azam Seyyid Abdulhakim ElHuseyni (ks) Hz. 38 Seyyid Muhammed Raşid Erol (ks) Hz. 39 Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki (ks) Hz. Hakkında 40 Sultan Şeyh Seyyid M. Saki Elhüseyni (ks) Hz. TASAVVUF KÖŞESİ
|
||||||||||||||||||
(c) Web sitemizin Vakıf, dernek vb. kuruluşlar ile resmi bir bağı kesinlikle yoktur, tamamen kişisel çabalarla kurulmuş bir web sitesidir. Ancak istifade edilmesi için yazı ve linklerini kaynak belirterek yayınlayıp, destek verdiğimizde olabilir. Ayrıca diğer kaynaklardan, ehli sünnet çizgisinde gördüğümüz çalışmaları kaynak göstererek sitemizde yayınlamaktayız. Niyetimiz, sayısız faydasını gördüğümüz, Kuran ve Sünnet esaslı bu yüce Nakşibendi yolunu insanların tanıması ve istifade etmesine vesile olabilmektir. Sitemizden emeğe saygı çerçevesinde kaynak göstererek her türlü alıntı yapılabilinir. www.NaksibendiTarikati.com
Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im |