Çok önemli bir konuyu ele alan bu yazı tasavvufun hadislerde ki yerine işaret ederek, insanoğlunun su gibi ihtiyacı olduğunu bize gösteriyor..
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - GİRİŞ
Evvel Allah, devam etmeyi murad ettiğimiz şekilde devam edelim..
Evet, bir Meşayih'e bağlananlar ve Tasavvuf yoluna girenler takdir ve tastik edeceklerdir ki Hakiki Meşayihler en küçük söz ve davranışlarında dahi Kur'an ve Sünnet'e muhalefet etmezler.. Onların her uygulaması ve yapılmasını tavsiye ettiği her iş mutlaka Sünnet-i Resulullah'a dayanır.. Aksi olması muhaldir; aksi olursa zaten o kimse hakiki bir meşayih değildir; başta kendini ve insanları kandıran; yolunu saptıran bir kimse olduğu anlaşılır..
Neden peki Hakikisinin yanında sahteleri de vardır? Eee işte Allah'ın hikmeti.. İmtihan sırrı.. Nasıl ki sahte Peygamberlerin yeryüzünde görülüyor olması Peygamberi Ali Nizam Efendilerimizin şerefinden, kemalatından zerre eksiltmiyorsa; hakiki Meşayih yanında diğerlerinin görünmesi de Allah'ın velilerinin şan ve şerefine zerre halel getirmez.. Bir kerre, her şey zıddı ile kaimdir ve zıddı ile bilinir, tanınır.. İyinin yanında kötü, aydınlığın yanında karanlık, sağlığın yanında hastalık olacaktır.. Bunlar birbirlerine akıl ve vicdan cihetiyle kıyas edilebilsinler ve tanınabilsinler diye vardır.. Tabi başka hikmetlerini ise Allahu Zül Celal Hazretleri bilir.. Dilediği kuluna da bu hikmetlerinden bildirmeye Kadirdir..
Her hakiki Meşayih, mutlaka Allah'ın Velilerinden, sadık ve salih dostlarındandır, kullarındandır.. Çünkü Allah'ın seçtikleri Nebi olmuştur.. Sevdikleri de Veli olmuştur.. Bu iki zümre insanlığın en seçkin varlıklarıdırlar.. Elbette Cenab-ı Hak kulu hakkında kötü olmasını istemez.. Kuluna zulmedici değildir.. Kulu hakkında hep hayrı murad edicidir.. Bizler hepimiz Alemlerin RAbbı olan Hz. Allah'ın kullarıyız.. Ondan geldik ve inşallah Ona döneceğiz.. Bu cihana gelmemize anamız babamız sebeb oldular.. Peki bu cihandan tertemiz Allah'a nasıl döneceğiz? İşte Allah, seçtikleri ve sevdikleri kullarını bu tertemiz dönüş için birer vasıta ve birer vesile kılmıştır.. İbadet u taat dahil, salih amel dahil, güzel ahlak dahil bütün hayra ait ne varsa insanlar için en güzel vasıta ve örnek Nebiler ile Velilerdedir.. Onları vesile eden mutlaka Hakka ulaşacaktır.. Eğer sadakat gösterir yoldan ayrılmaz ise.. Onları sevenler hakkıyla ve layıkıyla Allah'ı sevmenin en üstün yoluna iletilmiş kimselerdir.. "Ve insan sevdiğiyle beraberdir! Dünyada da Ahirette de.." Bu yüzden buyurdu Cenab-ı Hak:
"Allah'a giden yolda Ona yaklaşmak için vesile (vasıta) arayınız"
O yüzden buyurdu Hadis-i Kudsi de:
"Kulum, beni sev; sevdiklerimi sev; kullarıma da sevdir!"
Sözü çok uzatmadan sonraki mesajlarda Hadis-i Şeriflerden deliller ile Tasavvuf yaşantısını gözler önüne sermeye çalışalım..
Bu arada hatırdan çıkarılmamalıdır ki bir insan Tasavvuf'a girmekle önce bir Allah dostuna, irşad vazifesi olan bir Sadık ve Salih kimseye bağlanacak; onu sevecek, onun tavsiyelerini canla başla yerine getirecek; onun öğrettiklerini aziz bilip yaşantısına tatbik edecektir.. Sonra ne olur? Mürşid-i Kamil'e bağlanan kimse, diğer kardeşleriyle dostluk ve ünsiyet tesis eder.. Bu bir nevi cemaattir.. Bunlar Allah için biraraya gelirler, Allah için otururlar, Allah için konuşurlar.. Birbirlerini sevmeleri ve birbirlerine yaklaşmaları her hangi bir menfaat için değildir..
Sonra ne olur? Bağlanan o kimse, nefsinin felaketlerini ve hastalıklarını tanımaya başlar.. Ona muhalefet ile kurtuluşa ereceğini hakkel yakin müşahade eder.. Bu muhalefetiyle ve tatbikatıyla kalbini gizli bütün hastalıklardan temizlemeye başlar.. Nefsi de ıslah yolundadır.. Zikir ile Kalbi safileştikçe; murakebe ile nefsine muhalefet edip onu terbiye ettikçe ahlakı güzelleşir..
Ona bu yolda zikir talim edilir.. Ona bu yolda bir takım dualar ve virdler talim edilir.. Ona bu yolda gerekirse toplu zikir emredilir.. Bunlar zikir meclislerinde toplanırlar.. Bu meclisler Allah'ın feyzi ve bereketiyle dünyadaki Cennet bahçeleri olur.. Ordan alınan manevi gıda ve feyizler de o güzel bahçelerin meyveleridir...
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - RABITA, SALİHLER
Allah dostlarına, mübarek Alimlere bakanlar, onları hatırlayanlar Allah’ı hatırlarlar; yani gafletten kurtulup Allah’tan ayık hale kavuşurlar.. İşte bazılarının kabul edemedikleri Rabıta’nın özü budur.. Bakınız:
1371. [2:528, Hadîs No: 2466]
İbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
“İnsanların öyleleri vardır ki Allah'ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görüldükleri anda Allah hatırlanır.”
(Taberâni’nin Cebf/'inden)
Evliyaullah, insanlara önden yol göstererek, onlara imamlık ederek Allah’a ulaştırırlar:
1461. [3:29, Hadîs No: 2664]
Mersed el-Ganavî'den rivayetle:
“Eğer namazınızın kabul edilmesini istiyorsanız, âlimleriniz size imam olsun. Çünkü onlar sizinle Rabbiniz arasında elçilerinizdir”
(Taberâni'nin Kebîrinden)
Eğer istenecekse ahiret istenir.. İstenecekse Allah’tan kendi rahmeti ve sevgisi istenir.. İstediğin Hak olsun.. Allah’ın rızasını arayan Salihler zümresine yakın olmalıdır.. Salih kimselerden maddi şeyler de istenebilir.. Ancak, asıl olan baki olanı istemektir Kaldı ki maddi şeyleri istemek dahi Salihlere yakın olmak demektir:
1467. [3:35, Hadîs No: 2677]
El-Ferrâsî'den rivayetle:
“Bir şeyi mutlaka istemen gerekiyorsa, salih kimselerden iste.”
(Neseî, Zekât: 84.)
Kamil İnsan, Evliyaullah insanı ve halini bilir.. Onlar işinin ehli manevi doktorlardır.. Kişi hasta olduğunu bilip kabullenir, bu Tabib dükkanına ayak atar ise; Mürşid-i Kamiller onun haline feraset ile vakıf olarak ona uygun reçeteler ihsan ederler..
Çünkü Allah dostları Allah’ın nuruyla bakarlar.. O nur görünmeyeni görünür kılar:
Bir Hadis-i Şerifte de, "Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar" buyurulmuştur.
1314. [2:477, Hadîs No: 2349]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
“Allah'ın öyle kulları vardır ki insanları ferasetleriyle tanırlar.”
Allah’a giden yolda izini kaybetmemek için Batın ilmine sahip Mürşid-i Kamil’i adım adım izlemek icap eder:
1356. [2:519, Hadîs No: 2441]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
“Yeryüzünde âlimlerin durumu, karanlık gecelerde karada ve denizde kendisine bakılarak yol bulunan gökteki yıldızlara benzer. Yıldızlar kararınca yol arayan yolcuların kaybolması an meselesidir.”
(Müsned, 3:157.)
Alim iki türlüdür:
Birisi Şeriat ilimlerine yani Nübüvvet-i Muhammediyye'ye varis olan alimler; diğeri de kalb ilimlerine yani Velayet-i Muhammediyye'ye varis olanlar.. Bu iki veraset tek bir kimsede toplanabilir ki ona "Mevlana" sıfatını verirler.. Eğer sadece Velayet-i Muhammediyye'ye varis de zahir ilimlerini tahsil etmemişse buna da "Hoca" ya da "Hace" lakabı verilir.. Bir Salih kimsenin "Hoca" olması onun Mürşidlik vasfına halel getirmez ve engel değildir!
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - İLİM VE MÜRŞİD-İ KAMİL
İlim iki türlüdür dedik.. Satırdan okunan ilim; sadırdan alınan ve bilinen ilim.. Tasavvuf, sadır ilmidir.. Her halukarda insanın ilminin kalbine inmesi ve sinmesi gerekiyor.. Öbür türlü insan bütün ilimleri öğrenmiş olsa bile faydası yoktur.. Tasavvuf sadır ilmi olduğu gibi; satır (kitabi) ilimlerin(nin) yaşama geçmesi reçetelerinden birisidir:
2762. [4:390, Hadîs No: 5717]
Cabir (r.a.) rivayet ediyor:
“İlim ikidir: Birisi kalbdedir. Faydalı ilim de budur. Birisi de sadece dildedir. Bu ilim Allah'ın insanoğlu aleyhindeki delilidir.”
(İbni Ebî Şeybe ve Hatib'in Tarih’inden.)
Sadır ilminin ve Allah muhabbetinin merci ve menbası olanlar Allah dostlarıdır.. Musa AS. o ilme "Allah katından kendisine ilim verilen" Hızır AS'a tabi olarak ve onu izleyerek ulaşmıştır.. Çünkü o ilmin mercii Hızır AS.'dı.. Ümmet-i Muhammed'in Hızır'ları ise Mürşid-i Kamillerdir ve Kur'an'da bu örnek Onlara tabi olunması sebebiyle zikredilmiştir.. Hızır'ı, yani Evliyaullah'ı izleyenler her hayıra mutlaka ulaşacaklardır:
1370. [2:528, Hadîs No: 2465]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki hayrın anahtarı, şerrin de kilitleridir. Öyleleri de vardır ki şerrin anahtarları, hayrın kilitleridir. Allah'ın ellerine hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun”
(Ibni Mâce, Mukaddime: 19.)
Hayrın anahtarı olan Allah dostları öyle bir ali ve yüce bir makamdadır ki:
1390. [2:540, Hadîs No: 2494]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
“Allah'ın öyle kulları vardır ki ‘Şu şöyle olacak’ diye yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.”
(Buhari, Sulh: 8; Cihad: 12; Müslim, Kasame: 24; Timizi, Cehennem: 13.)
Dost olan, dostunu mahcup etmez.. Dost olan dostunun isteğini geri çevirmez.. O yüzden Evliyaullah’ın kişi hakkındaki duası muradullahtır… O yüzden insanlar Allah dostlarını memnun ve razı edip duasını alma yollarını aramalıdır..
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - ALLAH'IN SEVDİKLERİ
Zümer 35: Çünkü Allah, onların önceden yaptıkları amelin en kötüsünü bile keffaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel amellerin en güzeline göre mükafatlarını kendilerine verecektir.
Din ilmi ancak ehlinden öğrenilir.. Kalb ilimlerinin ehli ise Evliyaullahtır:
1398. [2:545, Hadîs No: 2411]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
“Şüphesiz bu ilim din ilmidir. Öyle ise dininizi kimden öğrendiğinize iyi bakın.”
(S/cz/den.) Abdulvahid Metin Hadis Ansiklopedisinden alınmıştır.. Orada bazı harf karakteri bozuklukları vardır.. Çıkarabildiğimi düzeltiyorum.. Ama, herşeyi bilemediğimden bazı bozuklukları düzeltemiyorum malesef..
Allah’ın sevdiklerini sevmek, onlara yakın olanlar için ya da onları hiç tanımasalar bile bir şekilde görenler ve karşılaşanlar için mukadderdir.. Kaçınılamayacak bir neticedir:
203- [1:246, Hadîs No: 356]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
“Allah bir kulunu sevdiğinde onun sevgisini meleklerin kalbine kor. Bir kuluna da buğz ederse nefretini meleklerin kalbine kor. Sonra sevgisini de, nefretini de insanların kalblerine atar”
(Ebû Nuaym'in Hıfye'sinden)
Tasavvuf farz ibadetleri tamamlamakla birlikte Nafile ibadetler ile Allah'a yaklaşmanın, O'na makbul bir kul olmanın usul ve yöntemlerinden mürekkeptir.. Kul, Allah'a yaklaştıkça O'na yakın ve dost olur.. Allah, o kuluna çok üstün nimetler ihsan eder.. İnsanlar, Allah'a yakınlaşmış bu kimseye karşı ellerinde olmayan bir sevgi ve hürmet duyarlar.. Allah'ı can u gönülden seveni Allah da sever; kulları da sever, meleklerin hepsi de sever.. Allah'a hürmet ve tazim'de; O'ndan çekinip havf duymada ziyade olan kulunu Allah koruyup gözettiği gibi; kulları da ona karşı ister istemez hürmet ve riayet duyarlar.. Melekler, böyle bir kulun şanını semada yad ederler.. Onun ismini anarak, hakkında hayır dua ve temennilerde bulunurlar.. Yeryüzünde de kullar bu kimsenin etrafında pervane olurlar.. İşte bazılarının anlıyamadığı ve hazmedemediği Meşayih'e olan sevgi ve bağlılığın, ona karşı ileri derecdeki hürmet ve bağlılığın asıl nedeni Allah'ın bunu böylecene takdir etmesi yüzündendir.. Bir Allah dostunu sevmeyi, ona karşı hürmet ve bağlılık duymayı "şirk" addedenlerin kulakları çınlaya!
Allah dostlarını, sevmeyip onlara düşmanlık besleyenlerin hasmı ise Alahu Zül-Celal Hazretleridir.. O nedenle, Allah dostlarına bir şekilde sevgisizlik, hürmetsizlik ve düşmanlık duyanların bir takım nimetlerden mahrum olmasından korkulur.. Hele bir de bu düşmanlıklarını aşikar edip Allah dostlarına dil uzatanlar var ya Allah uyanmak nasip etsin onlara; eğer pişman olup tevbe etmezlerse onların sonu feci olacaktır.. Bu gine Allah dostlarından insanlara bir uyarıdır:
48- Allah Bir Kulu Sevdiği Vakit, Onu Kullarına da Sevdirmesi Babı
157- (2637) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki, Allah bir kulu sevdiği vakit, Cibril'i çağırır da : "Ben filânı seviyorum, onu sen de sev!" der. Ve onu Cibril de sever. Sonra semâda seslenerek : "Gerçekten Allah filânı seviyor; onu sîz de sevin!" der. Artık onu semâ ehli de severler. Sonra onun için yeryüzüne kabul konur.
Bir kula da buğzetti mi Cibril'i çağırarak : "Ben filâna buğzediyorum, ona sen de buğzet!" der. Ve Cibril ona buğzeder. Sonra semâ ehli arasında : "Allah filâna buğzediyor, ona sîz de buğzedin!" diye seslenir. Onlar da kendisine buğzederler. Sonra o kul için yeryüzüne buğz konur.» buyurdular.
Bu Hadis-i Şerifin Senedleri:
(...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kub (yâni İbnr Abdirrahrnan El-Kaâri) rivayet etti. Yine Kuteybe dedi ki: Bize Ahdu'l-Aziz (yâni Ed-Derâverdî) rivayet etti.
Bize bu hadîsi Saîd b. Anır El-Eş'asî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abser, Alâ' b. MüseyyeVden naklen haber verdi.
Bana Harun b. Saîd El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbm Vehl) rivayet etti. (Dedi ki): Bana Mâlik (bu zat İbnü Enes'dir) rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Süheyl'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki: Alâ' b. Müseyyeb'in hadîsinde buğz zikredilmemiştir.
158- (...) Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'1-Aziz b. Abdillah b, EM Se-lemete'I-Mâcişun, Süheyl b. Ebî Sâlih'den naklen haber verdi. Süheyl şöyle demiş :
Arafat'da idik. Derken Ömer b. Abdi'l-Aziz (Tabiinden İslam'ın ilk Mücedditi) geçti. Kendisi hac emîri İdi. İnsanlar ona bakmaya kalktılar. Ben babama :
— Babacığım! Görüyorum ki, Allah Ömer b. Abdi'l-Aziz'i seviyor, dedim. (Babam) :
— Ne o? diye sordu.
— Çünkü insanların kalblerinde onun sevgisi var, dedim. Bunun üzerine babam ;
— Baban hakkı için yemin ederim ki, ben Ebû Hüreyre'yi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ederken dinledim, dedi. Sonra Cerîr'in Süheyl'den rivayet ettiği hadîs gibi anlattı.
Bu hadîsin Ebû Hüreyre rivayetini Buhari «Kitâbu'l-Edeb» ile «Kitâbu't-Tevhid»'de tahric etmiştir.
Allah'ın kulunu sevmesinden murad; onun için hayr irâde buyurması, kendisine hidayet ve nimet vermesidir. Buğzu da azabım veya şekavetini irâde buyurmasıdır. Semâ ehlinden maksad meleklerdir. Cebrail (Aleyhisselâm) ile diğer meleklerin bir kulu sevmeleri, ya onun için istiğfar ve duada bulunmaları yahut sair insanlar gibi sevmeleridir. Ki bu sevgi kalbin meylinden biriyle mülakat için şevk duymasından ibarettir. Meleklerin bir kulu sevmeleri Allahü Teâlâ'ya itaat ettiği ve onun rızasını kazandığı içindir. Kabulün yeryüzüne konmasından murad; insanların o kulu sevmeleri ve ondan razı olmalarıdır. Bunun zıddı da buğz etmeleridir.
Cebrail (Aleyhisselâm)'ın meleklere seslenmesi, o kul hakkında istiğfar ve niyazda bulunsunlar diyedir.
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - YÖNELME VE GÜZEL AHLAK
Tasavvuftan asıl maksat tek bir an dahi Allah’tan gafil kalmayacak bir hale ulaşılmasıdır.. Bahtiyarlık ancak tam bir ayıklıktadır:
1388. [2:538, Hadîs No: 2490]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
“Kişinin ömrünün uzun olup da, Allah'ın, her an ona Kendisine yönelmeyi nasip etmesi bahtiyarlığındandır”
(Hâkim'in Müstedrek’inden)
Oradaki "her an" ifadesi bizim söylediğimiz daimi ayıklık ve daimi teveccühü göstermektedir..
Tasavvuf demek çeşitli usul ve yöntemlerle insanın ahlakını güzelleştirmek demektir; hatta İnsan-ı Kamil'in uhdesinde bulunan 79 Ahlak-ı Hamidenin tamamını elde etmek demektir.. Cenab-ı Hak buyurmuş:
"Allah'ın boyasıyla boyanınız" (Sıbgatullah)
Allah’ın boyası güzel ahlaktır.. İşte bu güzel ahlakın tamamıdır.. Kişinin Allah'a ulaşması ancak Ahlakının güzelleşmesiyle mümkündür.. Çünkü Allah, güzel ahlakın tamamını sever.. Tersi de şöyledir: Güzel Ahlak sahibi olmayan Mevlasına layık olamaz..
Ancak Ahlak-ı Hamide sahibi olmak için evvela Hz. Resulullah'a zahir ve batın tam bir ittiba gerekir.. Hazreti Resulullah’ın razı olmadığından Allah da razı değildir.. Hz. Resulullah’ın kabulü olmayan Allah’ın da kabulü değildir.. Hadis-i Şerif’e dikkat ediniz.. Peygamber Efendimizin “bana en sevimli olan” buyurması bu hikmeti gösterir..
İnsan-ı Kamili kendine örnek kılmayan da bir takım güzel hasletleri olsa bile Ahlak-ı Hamidenin tamamını elde edemez.. Çünkü aletsiz kemalat olmaz.. Şüphesiz insan, bir güzelliğin örneğini görüp tatmadan, onun güzel olduğuna ve elde etmekle yükseleceğine muttali olamaz.. İlla örneği görmek ve peşinden taklid etmek gerekir.. Biz Peygamber Efendimizi doğrudan görmedik, onun hal ve tavırlarına vakıf olmadık ama; Hz. Resulullah’ın izinden giden Kamil insanı görüyoruz.. Kamil İnsanı kendine örnek kılan, Peygamber Efendimizi kendine örnek kılmış gibidir.. Çünkü Kamil İnsan Peygamberimizin hal ve tavırlarıyla ahlaklanmış, Onun nuru ile nurlanmış olandır.. Kamil insanın ahlakı Güzel Ahlakın kemalidir ve Peygamber Efendimizin ahlakı işte ondaki ahlaktır.. Peygamber Efendimizi de Rabbısı terbiye etmiş; ahlakını Rabbısı baş etmişti.. Şüphesiz mübarek Resulullah Efendimiz Güzel ahlakı tamamlamak için bu süflayı teşrif etmiştir.. Peygamber Efendimizdeki Ahlak ise Allah’ın boyasıdır..
1372. [2:529, Hadîs No: 2468]
Îbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:
“Şüphesiz içinizden bana en sevimli olan, ahlâkı en güzel olandır.”
(Buharı, Fezâilû'l-Kur'ân: 27; Menakıb: 23; Tirmizî, Birr: 71; Müsned, 4:193,194.)
1360. [2:521, Hadîs No: 2446]
Alâ bin Kesir'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır;
“Güzel huylar Allah katında bir hazine gibi korunmaktadır. Allah bir kulunu sevince, ona güzel bir huy ihsan eder.”
Bunları ayrıntılandırmak gerekse:
1375. [2:529, Hadîs No: 2471]
Cündüb bin Abdullah rivayet ediyor:
Olgun müminin özelliklerinin bir kısmı şunlardır:
1- Dinde tavizsizlik,
2- Yumuşaklıkta tedbirlilik,
3- İmanda kesinliğe ulaşmak,
4- ilimde aç gözlü olmak,
5- Yürekte şefkat,
6- Alim olmakla birlikte yumuşak huylu olmak,
7- Fakirlikte sabır,
8- Tamahkârlıktan sakınmak,
9- Helâl kazanç,
10- İstikâmet üzere iyilik,
11- Doğru yolda gayret,
12- Nefsânî isteklerini dizginlemek,
13- Bitkin düşene merhamet.
14- Allah'ın mü'min kulu, kızdığına zulmetmez.
15- Sevdiği kişi için günaha girmez.
16- Kendisine emânet edilen şeyi zayi etmez.
17- Hased etmez.
18- Başkasının şerefini lekelemez.
19- Sövüp saymaz.
20- Şahidi bulunmasa da üzerindeki hakkı itiraf eder.
21- Başkasına kötü lakap takmaz.
22- Namazda huşu sahibidir.
23- Zekâtını acilen verir.
24- Sarsıcı olaylarda metanetini kaybetmez.
25- Bollukta çok şükreder.
26- Sahip olduklarına kanaat eder.
27- Kendisine âit olmayan şeyi "Benimdir" diye iddia etmez.
28- Başkalarının kusurlarını biriktirip intikam alma yoluna gitmez.
29- Yapmak istediği bir işe cimrilik mâni olmaz.
30- Öğrenmek için insanlarla haşir neşir olur.
31- Meseleleri kavramak için insanlarla konuşur.
32- Zulüm ve haksızlık da görse Rahman olan Allah bizzat intikamım alıncaya kadar sabreder.
(Harim'den.)
Alimlerimiz güzel ahlakın, yani övülmüş Ahlak-ı Hamidelerin sayısını 79 olarak bildirmişlerdir.. Tasavvuf, nefisle mücahede (savaş) ile ilim (Allah’ı bilmek) ve hilm (güzel ahlak) sahibi olmaktır:
1417. [2:569, Hadîs No: 2577]
Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:
“İlim ancak kendini zorlamakla öğrenilir. Hilim de ancak gayretle elde edilir. Kim hayrı araştırırsa ona verilir. Kim de şerden sakınırsa ondan korunur”
(Dârekutnî'nin Efradı ve Hatibin Taritfinden.)
Buradaki zorlamak ve gayret ifadelerinin nefsi mücahadeler ile doğrudan ilgisi vardır.. Nefsine bu konularda cebretmeyen, ona karşı mücadele ve gayret vermeyen ne ilim sahibi olabilir ne de ahlakı güzelleşebilir.. Ehline malumdur..
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - NAFİLE İBADETLER
Nafile ibadet ile Allah'a yaklaşma ve Eviyaullah'tan olma konusu, ayrıca Evliyullah'a düşmanlık etmenin tehlikesi:
3. (4663)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." [Buhârî, Rikak 38.]
Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh)'den gelen bir rivayette namazın neticesiyle ilgili bir ziyade şöyle: "...Kulum, evliyalarımdan, asfiyalarımdan biri olur. Nebiler, sıddıklar ve şehidlerle birlikte cennette komşum olur."
Bu hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Rabbinden rivayet ettiği hadis-i kudsilerden biridir.
Hadiste geçen veliyyullah tabiri ile, Allah'ı bilen, ibadetlerine eksiksiz, muntazam ve ihlasla devam eden kimse kastedilmiştir
Bazı alimler demiştir ki: "Veliyyullah, takva ve taatla Allah'ın dostluğuna talip olduğu için, Allah da onu, muhafaza ve ona yardımını garanti ederek dostluğa kabul eder. Allah'ın cereyan eden bir sünnetine göre düşmanın düşmanı dosttur, düşmanın dostu da düşmandır. Öyleyse veliyyullahın düşmanı Allah'ın da düşmanıdır. Bu durumda veliyyullaha düşmanlık eden ona harp açmış gibi olur. Ona harp açan da sanki Allah'a harp açmış gibi olur."
Kuşeyrî devamla der ki: "Allah'ın ilim ve kudretiyle yakınlığı bütün insanlara şamildir. Lütuf ve nusretiyle yakınlığı ise havassa mahsustur. Ünsiyetiyle yakınlığı ise velilere hastır."
Fâkihânî der ki: "Hadisin manası şudur: "Kul farzları eda eder, namaz, oruç vesaireye bağlı nafileleri yapmaya devam ederse, bununla Allah'ın muhabbetine ulaşır."
Süleyman et-Tûfî demiştir ki: "Bu hadis, Allah'a sulûk ve O'nun marifet, muhabbet ve yoluna vasıl olmada mühim bir asıldır. Çünkü dahili farzlar olan iman, harici farzlar olan İslam ve bunların ikisinden hasıl olan her ikisinde de ihsan, -tıpkı Cibril hadisinde beyan edildiği şekilde- bu hadiste yer almaktadır. İhsan ise, salikinin zühd, ihlas, murakabe vs. nevinden bütün tabakatını ihtiva etmektedir."
Hadiste geçen son bir husus, Allah'ın tereddüt etmesi meselesidir. Hattabî: "Allah hakkında tereddüt caiz değildir" dedikten sonra tevil sunar:
“Mâna şudur: "Ben yaptığım bir şeyde elçilerimi, mü'minin nefsi hakkında geri çevirdiğim gibi geri çevirmedim. Nitekim Hz. Musa kıssasında böyle olmuştur. Hz. Musa ölüm meleğinin gözüne tokat vurmuş ve melek ona birkaç kere gidip gelmiştir. "Bu tereddüt manasının hakikatı, Allah'ın kuluna karşı duyduğu şefkat ve merhamet ve ona gösterdiği lütuf ve ikramdır" diye de izah edilmiştir."
Cibril Hadisi denilen Hadis-i Şerifi de zamanla nakledeceğim inşallah.. Orada alimlerimiz tarafından açıklanan ihsan dercesindeki bütün tabakat, tamamiyle Tasavvufun kendisi demektir.. Bunda terdddütte ve şüpheye düşülecek bir yer yoktur.. Tasavvuf ehlini az çok görmüş bilmiş tanımış olanlar bu hallerine şahitlik etmişlerdir ve bunun şahitleri aramızda da çokca bulunmaktadır..
TASAVVUF
* İnsanın kalbi sağlam olursa, bütün vücudu da iyi olur. Kalp bozulursa, bütün vücut bozulmuş olur.
* Kalp Allah Teâlâ‘nın zikrinin yapıldığı yerdir. Kalp ölürse, bütün vücut yok olur. (İnsana bahşedilen ahsen-i takvim, en güzel kıvam, en güzel suret yok olur gider.. Cesed hayvani sıfatlarıyla başbaşa kalır..)
* Nakşibendîlikte asıl önemli olan, kalbi ıslah etmektir. Zikirden maksat, kalbi bütünüyle çalıştırmaktır. Çalışmaya başlayan kalp, saat gibi işler. O zaman kalbin sahibi hangi işle meşgul olursa olsun, kalp zikretmeye devam eder. Böylece insanın her ânı zikirle ve ibadetle geçer.
* Rabbü‘l-âlemin mahzun kalplere rahmet eder. Mahzun gönülleri çok sever. Çünkü mahzun kalplerin huzur bulması, ancak Allah Teâlâ‘nın merhamet etmesi ile rahatlar. O zaman yüce Allah‘ın nazargâhı olan kalpler de yücelir, ilâhî sevgi ile dolar. Bu, kalbe Allah zikrinin yerleşmesidir.
* Ama dünya sevgisi ile dolu olan kalpler, Allah‘tan gafildir. Kişi ne kadar mahzun olur ve Allah‘a muhtaç olduğunu idrak ederse, o kadar Allah katında değerli görülür.
Seyyid Abdulhakim Bilvanisi Hz.(k.s)
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - YARDIM İSTEME
Abdurrahman ibni Sa'd (Radıyaliahu Anh) şöyle anlatıyor:
Bir kere Abdullah ibni Ömer'in (Radıyaliahu Anhuma) ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: "En sevdiğin insanı an." dedi.
O da: "Ya Muhammed" deyince bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı.
(Buhari, el-Edebü'l- Müfred:438, No:993, Sh.262)
Bu şekilde değişik bir rivayet de İmam Mücahid (Radıyaliahu Anh) vasıtasıyla, İbni Abbas (Radıyaliahu Anhuma) dan nakledilmiştir.
İnsan zaten en çok sevdiğini en çok hatırlar.. Bizlerin imanının kemali, mübarek Hazreti Resulullah Efendimizi nefsimizden ve hatta canımızdan çok sevmekle mümkün olacaktır.. Bu ham maddelerimizle, bu terbiye edilmemiş sıfatlarımızla Resulullah Efendimizden haberdar olmamız; onunla bir bağ kurmamız ise mümkün değildir.. Belki lutfederlerse rüya aleminde görebiliriz ama o da bizi Kemale erdirecek kuvvetde ve yeteri vakitte değildir..
Ya nasıl seveceğiz Hazreti Resulullah'ı? Onun mübarek sünnetlerini sevip başımıza tac edeceğiz.. Onun mübarek Ehl-i Beytini seveceğiz.. Onlara hürmet göstereceğiz.. Peygamberimizin zahir ve batın varisi olan ulemayı seveceğiz.. Bu ulemanın ilminden, meclisinden, sohbeti bereketinden istifade edeceğiz.. Onların meclisinde oturan Resulullah Efendimizin meclisinde oturmuş gibidir.. Onların elinden tutan Resulullah Efendimizin elinden tutmuş gibidir.. Onların gösterdiği yolda gidenler, Resulullah Efendimizin yoluna girmiştir.. Onlara Allah için muhabbet besleyenlerin bu muhabbeti mutlaka Peygamber Efendimizin pek mübarek sevgisine bizi ulaştıracaktır..
Yoksa bu ham halimizle, bu tebdil olmamış sıfatlarımızla biz nerde? Resulullah Efendimiz nerde?
Ona ve mübarek aline, ezvacına, ashabına adet-i zerredatça salat u selamlar olsun..
İşte yukardaki "en sevdiğin insanı an" ifadesi, Evliyaullahta başlayıp Peygamber Efendimizle devam eden Rabıta ve teveccüh terbiyesinin en açık delillerinden biridir..
Şafiî ulemasından Allâme Şihab er-Remlî'ye (Rahimehulal), "Bazı insanlar zorluklarla karşılaştıklarında: 'Ya Resulallah!', 'Ya Şeyh filan!' gibi nidalarla, Peygamberlerden, Velilerden, Alimler ve Salihlerden istiğâsede bulunuyorlar (meded dileniyor), bu caiz midir? Bu zatların, vefatlarından sonra bir iğâseleri (yardımları) var mıdır?" diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
"Resullerin, nebilerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. Çünkü Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez.
Zira birçok sağlam hadis-i şeriflerde varid olduğu üzere, peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar, hacca giderler, dolayısıyla onların yardımları mucizelerinden sayılır.
Şehitler de diridirler, gündüz gözüyle aşikâre kâfirlerle harbettikleri açıkça görülmüştür. Velilerin yardımı ise onların kerametleridir."
(Fetâve'r-Remlî, fîHâmişi'l-Fetâve'l-Kübrâ, libni Hacer el-Heytemî, 4/382,el-Fetâve'l-Hayriyye,fîHâmişi'l-Ukûdi'd-DürriyyefîTenkîhi'l-Hâmidiyye,2/279-280, Tehânevî, Ahkamü'l-Kur'an, 3/67, Nebhânî, Şevâhidü'l-Hak, Sh.141)
Bu yazı 23910 defa okunmuştur.